Ümmet, İslam Birliği, Gayrimüslimler-Hakan Albayrak

Ümmet, İslam Birliği, Gayrimüslimler

1.Türklerin Müslüman olma süreci Emeviler döneminde başlamış ve hilafetin Abbasilere geçmesinden sonra hız kazanmıştır. Türklerle Araplar, Çinlilere karşı beraberce verdikleri ve Allah’ın inayetiyle zaferle çıktıkları Talas savaşından itibaren hızla kaynaşmış ve kısa sürede bir elmanın iki yarısı haline gelmişlerdir. Savaş meydanlarında ve aile ocaklarında kanları birbirine karışmış , İslam kardeşi olmanın yanı sıra kan kardeşi ve akraba da olmuşlardır. Genel olarak ırkçılıktan uzak durdukları için Türklerin Abbasi/Arap ordularında yer almaları ve ardından Arapların Nureddin yahut Baybars gibi Türk komutanların emrinde savaşmaları -ayrıca Arapların ve Türklerin Kürt komutan Selahaddin’in komutasını kabul etmeleri– sorunlu olmamıştır.

 

2. Türkiye sadece Türklerden, Suriye yahut Mısır da sadece Araplardan ibaret değildir. Kahire’de sokakta çevirdiğiniz herhangi bir Mısırlının kökeni Arap olabileceği gibi Türk, Çerkes , Arnavut, Laz, Kürt de olabilir… Aynı şey Suriyeliler için de geçerli… Kuzey Afrika’da “Kuloğulları” diye anılan Türk-Arap melezleri var ve bunların sayılarının milyonları bulduğu söyleniyor... Türkiye’nin bazı illerinde adıyla sanıyla Arap toplulukların yaşadığını ve kendilerine Kürt diyen pek çok sülalenin aslında Arap kökenli olduğunu veya Kürt kanıyla beraber Arap kanı da taşıdığını biliyoruz… Arap kanıyla başka kanlar, Türk kanıyla başka kanlar, Kürt kanıyla başka kanlar da birbirine karışmıştır... Başka topluluklarla akrabalık bağı kurmamakta ısrar eden bazı ‘kapalı devre’ Türkmen, Arap, Kürt, Asuri, Berberi vs . aşiretler hariç tutulursa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ‘saf ırk’ filan kalmamıştır ve dolayısıyla bu topraklarda ırkçılık yapmaya kalkışmak fena halde saçmadır. “Biz Türküz; önce Türkler!” yahut “Biz Kürt’üz; önce Kürtler!” diyerek mesela “Filistin’de ne işimiz var? Araplar kendi başlarının çaresine baksınlar” diyenlere tatsız bir sürpriz yapalım : Et-Türkî, El-İstanbulî, El-Kürdî gibi yaygın soy isimlerinden de anlaşılabileceği gibi, Filistinlilerin önemli bir kısmı köken olarak Türk ve Kürt’tür (Kudüs’ü işgal eden Haçlılar Müslüman nüfusu kılıçtan geçirmişlerdi. Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü fethedince Araplarla beraber birçok Türk ve Kürt topluluğu da Kudüs’e yerleştirdi. Memluk

ve Osmanlılar döneminde de nüfus transferleri oldu tabii.

 

3.Türkler ve Araplar, başta Kürtler olmak üzere diğer Müslüman komşularıyla beraber, İslam topraklarını savunurken, bütün bir doğu dünyasını Avrupa’nın vahşi Haçlı sürülerine karşı, sonra bütün bir batı dünyasını vahşi Moğol sürülerine karşı da savunmuştur. Sudanlı mütefekkir Abdülvahhab El-Efendi’ye göre bu muazzam direnişler sayesindedir ki bugün hâlâ medeniyet diye bir şeyden söz edebiliyoruz.

 

4.İslam’ın ve aslında bütün insanlığın iki öncü atlısı olan Arapların ve Türklerin 1000 yılı aşkın bir süre boyunca sergiledikleri şiirsel birlik dünya tarihinde eşsizdir. Bu kadar iç içe geçen, tarihleri bu kadar müşterek olan ve birlikte bu kadar büyük destanlar yazan başka iki halk yoktur.

 

5.Bazı Müslüman Türklerin Emevilerle sorunları olmuş olabilir, bazı Arapların Osmanlılara karşı Avrupalılarla işbirliği yaptığı inkâr edilemez, fakat böyle şeylerin değiştiremeyeceği bir gerçek var: Müslüman Araplarla Müslüman Türkler tarihin hiçbir yerinde blok halde karşı karşıya gelmemişlerdir. Bu anlam da bir Arap-Türk savaşı yoktur. Osmanlıları Suriye, Mısır ve Hicaz’a taşıyan Mercidabık Savaşı da bir Arap-Türk savaşı değildir, zira Osmanlı’nın Mercidabık’ta savaştığı devlet Memluk Devletidir; bilindiği gibi Memluk Devleti Kıpçak Türklerinin kurduğu ve son döneminde Çerkezlerin vaziyet ettiği bir devlettir. Şerif Hüseyin ve birkaç bin adamın isyanına “Arap İsyanı” damgasını vurup, “Araplar bizi sırtımızdan vurdu” demek de akıl kârı değil, zira Şerif Hüseyin isyanı marjinal bir harekettir ve onun arkadan vurduğu “Biz”e Araplar da dahildir. Osmanlı ordusu Arapların da ordusuydu ve Kemalist Falih Rıfkı Atay’ın Zeydin Dağı adlı kitabında da okuyabileceğiniz gibi Kanal Seferi’nde (Şerif Hüseyin’in belki de en faal olduğu cephede) ilk vurulan Osmanlı askerleri daima Arap askerler olmuştur.

 

6. ”Gazze’de ne işimiz var?”, “Suriye’den bize ne?” diyen bir kim s e Müslüman değilse ona söyleyecek bir şeyim iz yo Müslüman is e, böyle konuşamaz! Biz aynı Ümmetin mensuplarıyız (Ümmet-i Muhammed) ve aynı  milletin evladıyız (Millet-i İslam). Irk, halk, ulus bunların alt başlığı olmaktan öteye geçem ez. Rabbimiz “Müslümanlar kardeştir” buyuruyor ve bizi bölünüp parçalanmaktan m en ediyor, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Mü’minler tek bir vücudun azaları gibidir” diyor ve nasıl ki vücudun bir yeri sızladığında bütün vücut sızlıyorsa  Mü’minlerin de birbirinin derdiyle dertlenip dayanışmasını emrediyor. Allah Teala’nın ve O’nun kutlu elçisinin s özü üstüne söz  söylemek olmaz. Ve kâfir emperyalistlerin aramıza çizdiği sınırları Allah Teala’nın değişmez kanunları gibi kabul etmek de Müslümanlıkla bağdaşmaz.

 

7.  ”Ümmet mi kaldı?” diyenler halt ediyorlar. Halifesiz kalmak  (sembolik bir baş tan bile mahrum kalmak) ümmet için korkunç bir travmadır, fakat ümmet bu korkunç travmaya rağmen duygusal birliğini büyük ölçüde korumayı başarmış ve Kemalizm’e, Nasırcılığa,  Baasçılığa, Titoculuğa,

şuna buna rağmen ümmet olma özelliğini kaybetmemiştir. Bir Tunuslu yahut Pakistanlının Türkiye’yi Filistin’e yani Kudüs’e yani Mescid-i Aksa’ya sahip çıktığı için takdir etmesi ancak ümmet şuuru ve ümmetin derlenip toparlanması arzusu ile izah edilebilir. Ta Sri Lanka’daki bir Müslüman’ın Galatasaray  yahut Fenerbahçe’nin Avrupalı bir futbol takımını yenmesi üzerine bayram etmesi gibi şeyler de ancak ümmet şuuru ile izah edilebilir. Bu şuurda eksikler gedikler  görülebilir, fakat şuurun varlığı inkâr edilemez.

 

8. Ümmet varlığını sürdürmektedir ve Müslümanlar her yerde bölünmüşlükten, parçalanmışlıktan şikâyet ederek İttihad-ı İslam’a (İslam Birliği’ne) duydukları hasreti ifade etmektedirle Birlik için gerekli psikolojik zemin vardır. Maddi imkânlar da vardır. Üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi, bütün dünya Müslümanlarını içine alacak bir siyasi birliğin kurulması belki hiçbir zaman mümkün olmayacaktır, fakat bu tecrübeyi yakın diyebileceğimiz bir geçmişe kadar yaşamış olan “Ortadoğu” bölgesinde birliğin günümüz şartlarına uygun bir şekilde yeniden kurulması pekâlâ mümkündür. “Mümkün değil” diyenler ya Müslümanların birliğinden endişe ettikleri için aleyhte propaganda yaparak şevkleri kırmaya çalışmaktadırlar veya ne dediklerini  bilmemektedirler.

 

 

Robert Schuman 1950 yılında “Avrupa’da yeni savaşların önüne geçmek ve müşterek kalkınmayı sağlamak için kıta çapında bir birlik kurulacak ve bu birliğin çekirdeğini (100 senedir birbirini yiyen) Fransa ile Almanya’nın entegrasyonu oluşturacak”  dediğinde buna kargalar bile gülmüştü; fakat oluyor işte. Kargalar istedikleri kadar gülsünler, bizde de  çok daha iyisi, güzeli, sahicisi, sağlamı olur.

 

 

Emperyalistlerin çizdiği sınırlar Ortadoğu İslam ülkeleri arasında çözümü bu ‘harita rejimi’ dahilinde mümkün görünmeyen sorunlar oluşturdu (Kürt sorunu, Fırat ve Dicle suları sorunu vs , vs , vs ). Aramıza ekilen fitne tohumları yüzünden 100 senedir birbirimizi hırpalıyoruz, birleştirmemiz halinde dünyayı sallamaya yetecek olan enerjilerimizi  birbirimize karşı kullanarak heba ediyoruz. Buna bir son vermek ve hem bölgesel savaşların hem de hariçten gelecek saldırıların önüne geçmek için Birlik yoluna girmemiz kaçınılmazdır. Birliğin şekli-şemali, adı-sanı tartışılabilir tabii.

 

 

11.”Komşularla sıfır sorun, azami iş birliği, tam entegrasyon” siyaseti bölgesel birlik hedefine dönük bir siyasettir. Bu siyasetin ne kadar rasyonel, ne kadar gerçekçi olduğu ortadadır. Türkiye, Suriye’deki Arap milliyetçisi rejimle bile entegrasyon yolunda olağanüstü büyük mesafeler katedebilmiştir. Bize iltifatları çok daha fazla -en önemlisi sahici- olan devrimci kadroların Suriye’de iş başına gelmesinin ardından bu yolda daha süratli ve daha güzel yol alacağız inşaallah.                   

 

 

12. Mısır’da iktidara gelen İhvan-ı Müslimin, İttihad-ı İslam’cı bir harekettir ve Türkiye ile safları sıklaştırma azmini ortaya koymakta, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde Türkiye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenlemekte gecikmemiştir. Ürdün de, bundan üç sene evveli, bölgesel bir birlikte yer alma iradesini ortaya koymuş, bu yönde anlaşmalar da imzalamıştır. Kral Abdullah bile bu kadar ileri gidebildiyse, Ürdün’de iktidara gelebilecek olan İhvan-ı Müslimin kadrolarının ne kadar ileri gidebileceğini varın siz hesap edin.

 

 

13.Ümmet diyoruz, İslam dünyası diyoruz, İslam ülkeleri diyoruz. Bu, topraklarımızı paylaştığımız gayri-Müslim komşularımızın ve vatandaşlarımızın hakkını-hukukunu gözetmediğimiz anlamına mı gelir? Haşa. Gayrimüslimler  ümmete dahil değillerse de Dar’ul-İslam’ın ayrılmaz parçalarıdırlar. “Gayrimüslimler de var, öyleyse niye İslam ülkeleri diyoruz?”  sorusu mantıklı görünmekle beraber yersiz bir sorudur. Fransa için “Batı ülkesi” demiyor muyuz? Batı, sadece coğrafi bir tanım mıdır? Değildir. Batılıların kendileri söylüyor:  Antik Yunan Felsefesi, İncil ve Fransız İhtilali’nin bileşimi Batı’yı teşkil eder… Bunlara Haçlı ruhunu, kapitalizmi, şunu bunu da dahil edebiliriz. Demek ki Batı; dînî, ideolojik, siyasi, iktisadi vs. bir kimlik. Bunların harmanlandığı homojen bir kimlik. Dolayısıyla Batı’nın karşısına Doğu’yu koyamayız, çünkü doğulular böyle müşterek bir kimliğe sahip değiller. Batı kavramının karşısına ancak İslam ’ı  koyabiliriz. Şimdi: Fransa’da Müslümanlar -Batı’yı oluşturan unsurları paylaşmayan dev bir topluluk- yaşıyor diye Fransa’ya Batı ülkesi demekten imtina etmiyorsak, Mısır’a, Türkiye’ye İslam ülkesi demekten de imtina etmeyeceğiz. İslam dünyası demeye devam edeceğiz. Gayrimüslim komşularımız da  “Biz İslam dünyasının Hıristiyanları/Yahudileri/ Ateistleriyiz” diyebilirler.

 

15 Aralık 2012

 

Hakan Albayrak

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir