Her zamanki hikâye: İslam Birliği
– Hakan Efendi, gene olmayacak duaya amin dedin.
– Neymiş olmayacak dua?
– Suriye ile Lübnan’ı birleştirip “Bilad-ı Şam Cumhuriyeti” yapmışsın, bir de “Dicle-Fırat Federasyonu” kurmuşsun ya son yazında…
– Eee?
– Bu İslam Birliği masalına gerçekten inanıyor musun?
– Masal değil, ülkü.
– Neyse işte… Gerçekleşebileceğine inanıyor musun bunun?
– Gerçekleşmesinin mümkün olduğuna inanıyorum, evet. Sen inanmıyor musun?
– Güldürme beni!
– Komik olan ne?
– Ortadoğu’daki manzarayı görmüyor musun kardeşim? Irk ve mezhep davaları yüzünden her fırsatta birbirinin boğazına sarılan Müslümanlar nasıl birleşecek? 22 devlete bölünen Araplar bile kendi aralarında birliği sağlayamazken uluslar üstü bir İslam Birliği nasıl kurulacak?
– Nureddin Mahmud Zengi’nin gördüğü manzara bizim gördüğümüz manzaradan beterdi. Suriye sayısız beyliğe bölünmüştü; bu beylikler mütemadiyen birbirinin kuyusunu kazıyor ve birbirine karşı Haçlılarla iş tutuyordu. Fatımilerin yönetimindeki Mısır da Müslümanlar arasındaki fitneyi kışkırtıyordu. Şii-Sünni çatışmalarıyla çalkalanan Bağdat’taki halifenin esamesi okunmuyordu. Müslümanların hali öyle umutsuz görünüyordu ki… Önlerine çıkan İslam ordularını hallaç pamuğu gibi atarak Kudüs’ü ele geçirmiş olan Frenklerin kurduğu ‘cehennem krallığı’ öyle yıkılmaz görünüyordu ki… Sen o dönemde –yani miladi 12’nci yüzyılda- yaşasaydın, ‘Bu manzarayı değiştireceğim, bin parçaya bölünen Müslümanları yeniden birleştireceğim, üstelik bunu kardeş kanı dökmeden yapacağım’ diyen Nureddin Mahmud Zengi’yle kesin dalga geçerdin. Ama Nureddin Mahmud Zengi çok kısa bir zaman zarfında dediğini yaptı ve Kudüs’ün fethine giden yolu açtı. Osmanlı’nın yükselişi de müthiş bir fitne ortamında olmuştur. Tarihte olduğu gibi gelecekte de büyük fitneler büyük birlikler doğuracaktır inşaallah.
– Tarihi bırak şimdi… Günümüz dünyasının şartlarında nasıl olacak bu iş?
– Mesela Avrupa Birliği gibi olacak. Konfederatif yahut federatif bir birlik kurulacak. Can düşmanı olan Fransa ve Almanya birlik yoluna girebilmişse, İslam ülkeleri niye girmesin? Bundan 10 sene evvel Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti’nin dost olabileceğini, hatta bu iki devlet arasında stratejik ortaklığın gündeme gelebileceğini söyleseydim beni tefe koyardın. Ama oldu işte. Fazlası da olabilir. Olabilmesi için önce olabileceğine inanmamız lazım. Birlik davasını daima gündemde tutmamız lazım.
– Bırak Allah’ını seversen… İslam ülkeleri bir gün öyle bir irade sergileseler bile, dünya sistemi bunun gerçekleşmesine izin verir mi?
– Sen sadece Nureddin Mahmud Zengi’ye değil, Musa aleyhisselama ve Resul-i Ekrem Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi veselleme de itiraz ederdin! “Ey Musa! İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarma sevdasından vazgeç. Sen ve bu köleler koca Firavun’la baş edemezsiniz!” derdin… “Ey Muhammed! Bir yanda sen ve birkaç yoksul adam, öbür yanda koca Mekke oligarşisi! Bu işin altından kalkabileceğine gerçekten inanıyor musun?” diye sorardın…
– Haşa!
– Madem haşa, öyleyse bu dünya sistemiyle baş edebileceğimize de inanacaksın.
– Ama biz peygamber değiliz!
– Ama peygamber de insan. İşin püf noktası da bu zaten: İnsan peygamber! Münkir kodamanlar peygamberlere hep şu soruyu sormuşlardır: ‘Rahman niye bir melek göndermedi?’ Peygamber olarak melek gönderilseydi, ‘Biz meleğin yaptıklarını yapamayız’ diyeceklerdi. Peygamber insan olduğu için mazeret yok! Onlara mahsus mucizeler hariç, peygamberlerin yaptığı her şeyi biz de yapabiliriz. Yenilmez gibi görünen oligarşileri yenmek dahil! Kur’an’da peygamber kıssaları ‘vay mübarekler’ deyip geçelim diye anlatılmaz; o kıssalardan hisse alalım, peygamberlerin yolunu takip edelim diye anlatılır. “İnanıyorsanız güçlü olan sizsiniz” ayetinin manasını kavrayalım diye anlatılır. Sorun şu ki, çoğumuz Rabbu’l Alemîn’in kudretine değil, Deccal diyebileceğimiz Amerika’nın sanal kuvvetine inanıyoruz. Ve Müslümanları kasıp kavuran meselelerin Rahman ve Rahim Allah’ın rahmetinden daha büyük olmadığını ve olamayacağını idrak edemiyoruz. Titreyip kendimize dönersek dünyanın altını üstüne getirmemiz işten bile değil.
– Ben de onu diyorum işte. Titreyip kendimize döneceğe hiç benzemiyoruz.
– Ben de onu diyorum işte. Titreyip kendimize döneceğe hiç benzemiyor oluşumuza kanmayalım. Oraya ulaşmamız ne kadar zor görünürse görünsün, doğru yeri işaret etmekten vazgeçmeyelim. ‘Bizden adam olmaz’ deyip durmayalım. Bizden adam olmaz diye düşünüyorsan her şeyi bırakıp bir kenara çekil! ‘Basiret ve feraseti kuşanırsak bizden bal gibi adam olur’ diyenlerin önüne çıkma! ‘Yanılıyorsunuz efendim, zira…’ diye başlayan iflas nutukları çekme!
Bu ne acayip bir gayretkeşlik? Ümitsizlik telkininden ibaret bir dava olur mu kardeşim?
Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşmede İran’ın dini lideri Ayetullah Hameney Suriye’yle ilgili olarak “Bölge dışı güçlerin müdahalesine karşıyız. Suriye halkının kendi geleceğini seçimle belirlemesi gerekir” demiş.
Hepimizin de başından beri istediğimiz budur.
Suriye halkının kendi geleceğine karar verme hakkını kullanmasının önündeki engel hiç kuşkusuz “Esed Rejimi”dir.
40 yıldan fazladır Esed hanedanı tarafından despotça yöneitlen Suriye halkı artık bu durumun devam etmesini istemiyor.
Suriye halkının taleplerine silahla karşılık veren diktatörlük rejimi Suriye’yi bölge dışı güçlerin müdahalesine açık hale getirmiştir.
Öte yandan Suriye’de çıkacak bir iç savaşın Şii-Sünni çatışmasını derinleştireceği şeklinde endişeler dile getiriliyor.
“Akra FM” radyosu bu endişelerden yola çıkarak “Sağduyulu ittifak çağrısı” başlığıyla 1931’de Kudüs’te gerçekleştirilen İslam Genel Kongresi kararlarına dikkat çekmiş.
Sözkonusu yazıda “Tedirginlik vesilesi olan güncel gelişmelere sağduyulu ittifak zemini oluşturması bakımından İslam Genel Kongresi’nin kararları dikkate şayandır. Yaşanmakta olan mezhep gerginliğini engellemenin yolu İslam Genel Kongresi’nde alınan kararların günümüze uyarlanmasından geçmektedir” ibaresi yer alıyor.
Elbette İslam dünyasında bir Şii-Süni çatışması aklı başında hiçbir müslüman tarafından arzu edilemez.
ŞİİLER DE OSMANLI
HİLAFETİNİ DESTEKLEDİ
Unutmayalım, Irak ve İran şiileri, Hindistan’ın Şii ve Şii-İsmaili mezhep mensupları başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde müslümanlar Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne destek verdi.
İslam dünyasının büyük bir kısmında nüfuzu olan Osmanlı Hilafeti dünya müslümanları için bütünleştirici bir simgeydi.
1920’lerin başlarında Osmanlı Hilafetinin kaldırılmaması için girişimlerde bulunanlar arasında Hindistan’daki İsmaili cemaatin liderleri de vardı.
Yani, Osmanlı hilafeti her mezhepten topluluklar için korunması gereken bir makamdı.
Hilafet kaldırıldıktan sonra bir daha yeniden tesis edilemedi.
Osmanlı’ya karşı İngilizlerle işbirliği yapan Mekke Şerifi Hüseyin’in hilafeti üstlenme girişimleri Araplar arasında bile kabul görmedi.
Mekke Şerifi Hüseyin’i Hicaz’da kovan Suudilerin de, İngiliz güdümündeki Mısır Kralı Fuad’ın da halifelik girişimleri akim kaldı.
Osmanlı Hilafeti, dünya müslümanlarının son halifelik makamı olarak tarihe intikal etti.
Akra FM’in gündeme getirdiği 1931’deki İslam Genel Kongresi ise Osmanlı sonrasında oluşan boşluğu ikame etmek amacıyla gerçekleştirilmişti.
Bu kongre “İslam Konferansı Teşkilatı”nın kurulmasında bir nüve teşkil etti.
İslam Konferansı Teşkilatı, İsrail’in işgali altındaki Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya yönelik bir sabotaj girişimi nedeniyle 1969’da kuruldu.
“İslam Konferansı Teşkilatı” şimdi “İslam İşbirliği Teşkilatı” adıyla faaliyetlerine devam ediyor.
İSLAM DÜNYASI İŞGAL ALTINDAYDI
7 Aralık 1931’de Kudüs Müftüsü Hacı Emin El-Hüseyin’in girişimleriyle başlayan Dünya İslam Kongresi’nin toplanmasının en önde gelen sebeplerinden birisi de Kudüs’ün mevcut durumuydu.
Kongre toplandığı sırada İslam dünyasının büyük bir kısmı işgal altındaydı.
Irak, Filistin, Hindistan(Pakistan, Benglades) İngiliz, Suriye ve Lübnan Fransız mandası altındaydı.
Keza körfez ülkeleri de İngiliz vesayetindeydi.
Diğer taraftan Afrika’nın başta Cezayir, Libya, Fas, Tunus olmak üzere müslüman ülkeleri İngiliz, Fransız ve İtalyan işgali altındaydı.
Libya’daki Ömer Muhtar direnişi Kudüs’teki İslam Kongresi’nin başlamasından üç ay önce zorlukla bastırılabilmişti.
Rusya müslümanları Çarlık Rusyası yerine Sovyetler Birliği’nin idaresi altına sokulmuşlardı.
“Lozan Antlaşması”yla Osmanlı’nın Ortadoğu ve Afrika’daki tarihi haklarından vazgeçerek kendi içine kapanan Türkiye ise bambaşka bir yolda ilerliyordu.
Türkiye 1931’de İslam Kongresi’ne soğuk davranarak uzak durmuştu.
Kadir Mısıroğlu’nun verdiği bilgilere göre Türkiye’nin itirazıyla Kudüs’teki konferans salonunda asılı bulunan Türk Bayrağı yerinden indirilmişti.
KONGRE İNGİLİZLERİ ENDİŞELENDİRDİ
Kudüs’teki İslam Kongresi daha çok Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyin ve Tunuslu alimlerden Abdülaziz es-Sea’libi’nin çabaları sonucunda toplanmıştı.
İşgal altındaki İslam dünyasının mezhep farkı gözetmeksizin bir siyasi varlık olarak kendini bu kongrede göstermeye çalışması sömürgeci güçleri endişelendirmişti.
“İslami Araştırmalar Dergisi”nde yayımlanan “Kudüs’teki İslam Konferansı’nın perde arkası” başlıklı makalesinde Sinan İlhan’ın verdiği bilgilere göre İngilizler Filistin meselesine İslam aleminin müdahil olacağından, İtalyanlar da Libya meselesinin ele alınacağı endişesiyle kongrenin toplanmasından endişe duymuşlardı.
Kongreye Suriye Lübnan, Ürdün Filistin, İran, Yemen, Irak, Mısır, Libya, Cezayir, Fas, Hindistan, Sylan, Endonezya, Nijerya, Türkistan, Kafkaslar ve Yugoslavya başta olmak üzere 22 ülkeden 153 temsilci katılmıştı.
Sivil bir girişim olan Kongre’de tek resmi kişiliği olan şahsiyet Yemen temsilcisiydi.
Kongrede her mezhepten temsilci vardı.
Eski İran Başbakanı Ziyaüddün Tabatabai, Doğu Ürdün eski başbakanı Hasan halid Paşa, Mısır’dan Reşid Rıza, Cezayir’den Fransız işgalcilere uzun yıllar kök söktüren Emir Abdülkadir’in torunu Emir Said el-Cezairi, Suriye’den Şükrü Kuvvetli, Lübnan’dan Riyad el-Sulh, Rusya Müslümanlarından Ayaz İshaki ve Musa Carullah da kongreye katılan delegeler arasındaydı.
Şükrü Kuvvetli bağımsızlık sonrasında Suriye’nin ilk devlet başkanı, Riyad el-Sulh da Lübnan’nın ilk başbakanı olacaktı.
Kongreye Hint Müslümanlarını temsil etmek üzere meşhur şair-mütefekkir Muhammed İkbal ile birlikte Hind Hilafet Komitesi’nden Muhammed ve Şevket Ali kardeşler, Bosna’dan Müftü Salim Efendi ile Kafkasya’yı temsilen İmam Şamil’in torunu Said Şamil de katılmıştı.
CUMA İMAMLIĞINI Şİİ ALİM YAPMIŞTI
Sinan İlhan’ın Tunus’lu Şeyh Abdülaziz Sea’libi’nin notlarından kaleme alınan bir kitap hakkında verdiği bilgilere göre, Kongre çerçevesinde Müslümanlar arasında birliğin sağlanmasının nişanesi olarak büyük Şii alimlerinden Muhammed el-Hüseyim Al-i Kaşif sünni, şii ve diğer mezheplerden on bin kişiyi bulan cemaate Mescid-i Aksa’da Cuma İmamlığı yapmıştı.
“İslam kardeşliğinin önemi ve İslam birliğinin tesisi” başlığıyla verdiği hutbede Al-i Kaşif İslam Genel Konferansı’nda alınan kararları kimlerin nasıl engellemek isteyeceğine dair önemli tespitlerde de bulunmuştu.
1931’deki İslam Kongresi 17 maddelik bir beyanname ilan etmişti.
Beyannamede İslam ülkelerindeki sömürgeciliğin kınanmasının yanı sıra Balfour Deklarasyonunun reddedilmesi ve Filistinin bağımsızlığı da yer almıştı.
Beyannamede yer alan bazı maddeler şöyleydi:
” İslam inancını ve değerlerini yaymak için etnik köken ve mezhep ayrımı yapılmaksızın Müslümanlar arasındaki işbirliğini ve genel İslam kardeşliğini geliştirmek.”
” Müslümanların menfaatlerini savunmak ve kutsal mekânlar ile toprakları herhangi bir müdahaleye karşı korumak.”
” İslam inancı birliği için üniversiteler ve akademik kuruluşlar açmak; Müslüman gençlere Arapça dilinin öğretilmesi için Kudüs’te Mescid-i Aksa Üniversitesi isimli bir üniversite açmak.”
” Müslümanlar ile ilgili önem taşıyan diğer İslami konuları incelemek…”
“İslam ansiklopesinin hazırlanması için bir heyetin kurulması”.
” Müslüman gençlik örgütlerinin tesis edilmesi”.
” Yahudileri Filistin topraklarından geçişini engellemek maksadıyla bir İslami şirketin kurulması ve Hicaz demiryolunun İslami idareye teslim edilmesi”.
Gerçi kongrede alınan kararlar hayata geçirilememiş ama “İslam Birliği” sağlanması yönünde ortak bir irade sergilenmişti.
1931’deki İslam Kongresi’nin üzerinde 80 yıl geçmesine rağmen özlemi duyulan birlik hala sağlanabilmiş değil.
Ne “Arap Birliği” ne de “İslam İşbirliği Teşkilatı” Suriye’de akan kanı durdurabilmiş değil.
İslam ülkeleri dünyanın en geniş enerji kaynaklarını elinde bulundurduğu halde Filistin sorunu ise ortada duruyor.
İslam dünyası, Suriye meselesi çerçevesinde dile getirilen şii-sünni çatışması endişesini giderecek ciddi girişimlere ihtiyaç duyuyor.
Bölge ülkeleri olarak Türkiye’ye de, İran’a da, Mısır’a da bu konuda ciddi görevler düşüyor.
İslam Kongresi ve Gaspıralı İsmail
Aslında 19. yüzyılın sonlarından itibaren bir “Dünya İslam Kongresi” toplamak fikri müslüman aydınların gündemindeydi.
Hakan Albayrak