D-8 İslam Dünyasını Ayağa Kaldırır-Prof. Dr. Muhsin Kar

D-8 İslam Dünyasını Ayağa Kaldırır

D-8 sadece üye olan 8 ülkeyi değil tüm İslam dünyası için siyasal ve ekonomik açıdan çatı örgütü olabilir. Böyle bir D-8, küresel ve bölgesel sorunların çözümünde daha etkin roller üstlenir

 

D-8 ülkelerinin (Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Malezya, Mısır ve Nijerya) 8. zirvesi, 22 Kasım’da Pakistan’da yapıldı. D-8, Refah-Yol hükümetinin Başbakanı Rahmetli Erbakan’ın gerçekleştirdiği seri ziyaretlerin ardından, bu yedi ülkenin temsilcilerinin katılımıyla Ekim 1996 yılında imzalanan İstanbul Deklarasyonu ile hayat buldu.

 

 

Deklarasyonun imzalanmasının ardından liderlerin yaptıkları açıklamalarda çabanın sadece imza düzeyinde kalmamasına yönelik temenniler ön plana çıkmıştı. Çünkü dünya genelinde özellikle gelişmekte olan ülkeler arasında planlanan/düşünülen ekonomik işbirliği (entegrasyon) örneklerinin büyük çoğunluğu kağıt üzerinde kalmıştı.

 

 

UZUN SÜRE İHMAL EDİLDİ

 

 

Erbakan’ın siyasi söyleminde, Avrupa Birliği’ne karşı, İslam (Ekonomik) Birliği önemli bir yer tutuyordu. Başbakan olur olmaz ilk işlerinden biri bu idealini hayata geçirmeye dönük adımlar atmak oldu. Bu amaçla, refahın artırılması, barışın tesis edilmesi, demokrasinin kurumsallaştırılması, insan haklarının genişletilmesi için İslam dünyasının coğrafi, ekonomik ve siyasi potansiyeli olduğuna inandığı ülkeler ile ‘işbirliğini’ geliştirmeye çalıştı.

 

 

Bazı uzmanlar ve siyasiler, Refah-Yol hükümetinin 28 Şubat Post-modern Darbesi ile yönetimden uzaklaştırılmasında Erbakan’ın D-8 girişimine Batı’da duyulan tepkinin önemli bir yer tutuğunu söyler. Bu söylenti, Erbakan’dan sonra iktidara gelen hükümetlerin D-8’i ihmal etmelerine yol açtı.

 

 

Örgütün kuruluşunda önemli rol oynayan Türkiye’nin iç ve dış politik konjonktürün etkisiyle isteksizliği ve atılan imzanın ardında “kerhen” duruyor hissinin uyandırılması, diğer ülkeleri de atalete sürükledi. Batı’nın tepkisinden korkan diğer ülkeler ise, işbirliğinin derinleştirilmesine sıcak bakmadı. Örneğin, Mısır, ilk toplantıya başbakan ve Nijerya ise, bakan düzeyinde katılmıştı. Bu yüzden olsa gerek, D-8 için küresel bir vizyon oluşturulamadı. Kuruluş sözleşmesi bile hazırlanamadı. D-8’e hiçbir ülke tam anlamıyla sahip çık(a)madı.

 

Bu yolda tökezlediğimiz ve hatta düştüğümüz yerler olabilir; yılmayacağız, toparlanacağız, düştüğümüz yerden kalkacağız ve hedefe doğru yürümeye devam edeceğiz.

 

“Niye hemen olmuyor?” diye sabırsızlanmayacağız.

 

“Niye sorun çıktı?” diye paniğe kapılmayacağız.

 

Bir meydan okumaya maruz kaldığımızda hemen “Bitti bu iş” demeyeceğiz, ümitsizliğe kapılmayacağız.

 

Suriye yönetimi ile ilişkilerin aldığı yeni hal “sıfır sorun” siyasetinin iflas ettiği ve “tam entegrasyon” hedefinden vazgeçildiği anlamına gelmiyor.

 

Bilakis; Suriye halkının haklı taleplerini kan deryasında boğmaya çalışan Beşşar Esed diktatörlüğüne gösterilen tepki “komşularla sıfır sorun, azami işbirliği, tam entegrasyon” davasının selameti için gerekli olan bir tepkidir.

 

Arap dünyası değişiyor.

 

Diktatörlükler yıkılıyor, henüz yıkılmayanlar da çatır çatır çatırdayarak yıkılmaya hazırlanıyor.

 

Bu değişime ayak uydurmayan bir Türkiye, bugün diktatörlüklerle hiç sorunsuz geçinse de, yarın, halkların iradesinin galebe çaldığı bir Arap dünyası ile fevkalade sorunlu olacaktır.

 

Bu değişime ayak uyduran bir Türkiye ise, bugün diktatörlüklerle sorunlar yaşasa da, yarın, halkların iradesinin galebe çaldığı bir Arap dünyası ile sorunları sıfırlayarak “tam entegrasyon” yoluna girecektir.

 

Ankara’nın mevcut Suriye siyaseti, öngördüğü istikbalin hakkını vermeye matuf bir siyasettir.

 

Hürriyet ve adaletin hüküm süreceği müstakbel Suriye ile ve genel olarak ‘Yeni Arap Dünyası’ ile “sıfır sorun” için, şu aşamada Suriye yönetimi ile çok sorunlu olmak kaçınılmaz bir zaruret.

 

Hükümet doğru olanı yapıyor.

 

Ortada çelişki filan da yok.

 

“Ama herkesle düşman oluyoruz” da hikâye.

 

Mısır’da Türkiye’yi hasım gibi gören bir yönetim vardı, devrildi; seçimleri kazanması beklenen İhvan-ı Müslimin Türkiye ile bütünleşmeye can atıyor…

 

Tunus’ta ‘Varsa yoksa Fransa’ diyen bir yönetim vardı, devrildi; seçimleri kazanan NAHDA da Türkiye ile bütünleşmeye can atıyor…

 

Libya’nın yeni lideri Mustafa Abdulcelil de samimi bir Türkiye dostu (Aynı şey Muammer Kaddafi için söylenemezdi herhalde).

 

Hülasa:

 

“Komşularla sıfır sorun, azami işbirliği, tam entegrasyon” bitmedi, asıl şimdi başlıyor.

Başarılı işbirliği örneklerinde bir kaç motor ülkenin (örneğin AB’de Almanya ve Fransa) bulunduğu bir gerçek. Dolayısıyla, D-8 ile planlanan somut projeler sahipsiz kaldı ve birçoğu ya hayata geçirilemedi ya da çok yavaş ilerledi. Buna rağmen, ülkelerarasındaki ticarette önemli artışlar oldu. D-8 vizyonu tüm üyelerce sahiplenilmiş olsaydı, ticaretteki artış katlanarak artabilecek potansiyele sahiptir.

 

DIŞ POLİTİKADA EKONOMİNİN ROLÜ

 

Türkiye, Ak Parti iktidarı ile ekonomik işbirliğinin öncelendiği bir dış politikayı uygulamaya koydu. Yakın komşularından başlayarak, ekonomik etki alanını genişletmeye çalıştı. Bu politikada da oldukça başarılı oldu. Türkiye, son on yılda ihracat pazarlarını önemli ölçüde çeşitlendirdi. Özellikle İslam dünyası ile ticaretinde önemli artışlar görüldü. Türkiye’nin ‘doğal ticaret ortağı’ konumunda olan Avrupa Birliği’nin ihracat ve ithalattaki payı yıllar itibariyle azalırken, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) payı yüzde 28’e yükseldi. Bu oran 1996’da yüzde 14’tü.

 

Türkiye, uzun süredir ihmal ettiği İslam dünyası ile ilişkilerini geliştirmeye erkenden başladığı ve dış pazarlarını kısmen zamanında çeşitlendirdiği için, içinde bulunduğumuz küresel ekonomik krizden görece az etkilendi.

 

Küresel ekonomik ve politik düzenin sınırlarının zorlandığı ve dünyanın (ve özellikle de Ortadoğu’nun) yeniden kurulduğu bu günlerde, Türkiye’nin yeni stratejiler geliştirmesi gerektiği açık. Soğuk savaş döneminde bazı ülkeler arasındaki işbirlikleri siyasi ve ideolojik gerekçelere dayandığından, ekonomik anlamda rasyonellikleri zayıf idi. Bazı ülkeler ise, benzer ekonomik yapıda olmalarını, coğrafi yakınlıklarını ve ölçek ekonomilerin yarattığı fırsatları değerlendirmek için bir araya geldiler. Avrupa Ekonomik Topluluğu böylesi bir düşüncenin ürünü.

 

İSLAM DÜNYASINDA İŞBİRLİĞİ ŞART

 

Ancak son yıllarda, bazı ülkeler coğrafi yakınlıklarını bir kenara koyarak kendilerine stratejik ülkeler seçmekte ve aralarında ekonomik işbirliği (özellikle serbest ticaret anlaşması) imzalamaktadır. Bu iktisat yazınındaki serbest ticaret anlaşmalarının coğrafi olarak yakın ülkeler arasında olması durumunda, ulaşım maliyetlerinden kazanılacağı nedeniyle, ülkelerin refahını artıracağı genel prensibi ile çelişmektedir. Birbirine coğrafi olarak uzak olan ülkeler arasındaki ekonomik bütünleşme çabalarının arka planında ileriye dönük bir vizyon ön plana çıkıyor.

 

Ülkeler bundan onlarca yıl sonra ne durumda olacaklarını ve ne tür hammaddeye, girdiye ve ne tür bir pazara ihtiyaç duyacaklarına ilişkin simülasyonlar yapmaktadır. Ayrıca rekabetçiliklerini nasıl koruyacaklarını belirlemekte ve bu doğrultuda kendilerine stratejik ortaklar seçmektedirler.

Örneğin, Avrupa Birliği, Güney Kore ile Serbest Ticaret Anlaşması imzaladı ve ASEAN ile görüşmelere başladı. Dolayısıyla ‘yeni nesil’ ekonomik bütünleşmelerde gelecekteki ihtiyaçlar ve pazarlar önemli yer tutuyor.

 

 

Ayrıca bu noktada ekonomik işbirliği çabaları demokratik rejimler tarafından daha kolay ve başarılı bir şekilde hayata geçirildiğini hatırlatmakta fayda var. Avrupa Birliği bunun en somut örneğini oluşturur. Tamda bu noktada, kuruluşuna emek verilen ve yıllardır ihmal edilen D-8 ülkeleri arasındaki işbirliğine; Türkiye, bir de 2023 vizyonu ile bakmalı ve yeniden okumalıdır. Özellikle 2023 vizyonu olarak ortaya konulan dünyanın en büyük ilk on ekonomisi arasında girme stratejisinin bölgesel ve küresel ekonomik ve siyasi gelişmeler ışında sık sık revize edilmesi gerekiyor.

 

 

D-8,  2023 VİZYONUMUZA UYGUN

 

 

2023 yılında 2 trilyon dolarlık bir GSYİH demek, devasa bir hammadde ve enerji ihtiyacı demektir. Yine 500 milyar dolarlık ihracat, devasa bir dış pazar ihtiyacı demektir. Dolayısıyla Türkiye, planladığı üretimi besleyecek hammadde ve girdi ihtiyacı ile ürettiğini satacak dış pazarlara dayalı bir strateji ile olaya yaklaşmalıdır.

 

 

 İşte hem hammadde kaynağı hem de üretilen malların ihraç edileceği dış pazar potansiyelleri açısından D-8 ülkelerinin önemi burada açığa çıkmaktadır. İslam dünyasındaki nüfusun yüzde 60’ı bu sekiz ülkede yaşamaktadır. Örgütün sekretaryasının İstanbul’a taşınması ise, başlı başına bir kazanç.

 

 

Bu ülkeler, coğrafi olarak birbirine uzak olsa da, aralarındaki ‘işbirliğini’ daha da derinleştirilmeli, bu çaba bir an önce Serbest Ticaret Anlaşmasına dönüştürmeli ve ardından daha ileri bütünleşme çeşitlerine geçilmelidir. D-8, Türkiye’nin 2023 Vizyonunu gerçekleştirebilmesi için oluşturması zorunlu olduğu ileri ve geri bağlantılar için bir temel oluşturabilir.

 

 

Bu ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğine dayalı bir anlayışın yaratacağı sinerji, ilerleyen yıllarda yeni ülkelerin de katılımını sağlar. Bu durum orta vadede, D-8’i İslam Dünyasının ekonomik ve siyasi açıdan önemli bir güç merkezi olarak öne çıkarır. Böylesi bir D-8, küresel ve bölgesel sorunların çözümünde daha etkin sorumluluk üstlenir.

 

 

* Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi-SDE Araştırmacısı

 

 

Prof. Dr. Muhsin Kar 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir